Gönen Kaplıcaları Kimin? Bir Edebiyatçının Suyun Hafızasında Yürüyüşü
Kelimelerin Şifasıyla Başlayan Bir Yolculuk
Kelimenin insan ruhuna dokunan bir şifa taşıdığına inanan bir edebiyatçı, bir gün kendini Gönen’in ılık buharı içinde bulur. Suyun sesiyle edebiyatın sesi birbirine karışır. Her ikisi de arındırır, dönüştürür ve yeniden doğurur. Bir romanda kahraman nasıl içsel bir arayışın ardından kendini bulursa, insan da bu kaplıcalarda kendi öz suyuna kavuşur.
Edebiyatın kalbinde her zaman bir dönüş vardır: Odysseus’un eve yolculuğu, Mevlana’nın semasında arayışı, Yaşar Kemal’in Çukurova’sında yankılanan insan sesi… Gönen Kaplıcaları da bu dönüşün coğrafyasıdır. Burada, suyun içinde kaybolmak, kendine dönmenin başka bir biçimidir.
Bir Mülkiyet Sorusu: “Kimin?”
“Gönen Kaplıcaları kimin?” diye sormak, sadece bir mülkiyet sorgusu değildir; bir hakikat arayışıdır. Çünkü doğa, insana ait olduğu kadar insan da doğaya aittir. Bir mülkiyet belgesine sığmayan bu kaplıcalar, tarih boyunca kralların, halkın, dervişlerin ve gezginlerin ortak aynası olmuştur.
Edebiyatta “kime ait olmak” fikri, çoğu zaman bir aidiyet arzusunu gizler. Gönen’in suları da tıpkı bu arzunun metaforu gibidir. Birine ait olmadan herkese ait, zamana direnmeden ebedi… Belki de Gönen Kaplıcaları’nın gerçek sahibi, orada suya karışan her hikâyedir.
Suyun Hafızası: Mitlerden Günümüze
Suyun bir hafızası olduğuna inanılır. O hâlde Gönen’in sıcak suları da yüzyıllardır kimlerin dokunuşlarını taşıyor? Antik çağın şifacılarından Osmanlı sultanlarına, Cumhuriyet döneminin yorgun sanatçılarına kadar herkesin izini…
Bir Tanpınar karakteri, zamanı ve mekânı anlamaya çalışırken nasıl geçmişin yankılarını duyar, Gönen’in suları da aynı yankıyı taşır. “Zaman bir ırmak gibidir,” der Tanpınar; Gönen’de bu ırmak, insanın içinden akar. Burada suyun sıcaklığı sadece bedeni değil, geçmişin tortularını da çözer.
Edebiyatın Kaplıcaları: Arınma, Yeniden Doğuş, Sessizlik
Her edebiyat metni bir kaplıcadır aslında. Arınma, yeniden doğuş ve sessizlik… Bu üç kavram, hem suyun hem de yazının temelidir. Dostoyevski’nin karakterleri suçlarının ağırlığından suyla arınır, Virginia Woolf’un kadınları denizde özgürlüğü bulur, Sabahattin Ali’nin kahramanları yağmur altında konuşmadan ağlar. Gönen Kaplıcaları’nda da benzer bir sessizlik vardır — konuşmadan anlatmanın dili.
Edebiyatın gücü, tıpkı kaplıcalar gibi, görünmeyen bir dönüşüm yaratır. İnsan bir hikâyeyi okurken değişir; bir kaplıcada yıkanırken de… Her iki durumda da dönüşen sadece beden değil, ruhun kendisidir.
Modern Zamanın Yorgunları İçin Bir Mabet
Bugünün insanı için Gönen Kaplıcaları bir sığınak gibidir. Dijital çağın hızına kapılmış, kelimelerin anlamını yitirmiş insan, burada sessizliği yeniden öğrenir. Edebiyatın yavaşlığıyla suyun akışkanlığı birleştiğinde ortaya çıkan şey, modern insanın unuttuğu bir kelime olur: dinginlik.
Burada “kimin” sorusu, anlamını kaybeder. Çünkü Gönen artık bir “yer” değil, bir “durum”dur — bir içsel hâl, bir ruh hâli. Gönen Kaplıcaları’nın sahibi, orada bir anlığına bile kendi özüne dokunan herkes olur.
Son Söz: Suyun Anlattığı Edebiyat
Bir edebiyatçının kalemiyle suyun akışı birleştiğinde, ortaya sonsuz bir hikâye çıkar. Gönen Kaplıcaları, sadece bir coğrafya değil; kelimelerin, duyguların ve zamanın birleştiği bir anlatıdır. Her ziyaretçi bu anlatıya kendi cümlesini ekler, her dokunuş yeni bir anlam yaratır.
Gönen Kaplıcaları kimin? sorusunun cevabı belki de basittir: Onlar, anlatanlarındır.
Okura Davet
Yorumlarda kendi edebi çağrışımlarınızı paylaşın.
Sizce suyun, bir hikâyenin ya da bir kelimenin şifası aynı şey midir? Gönen’in sularında hangi yazarın sesi yankılanıyor olabilir?