İçeriğe geç

Vefat eden kişi nereye gömülür ?

Vefat Eden Kişi Nereye Gömülür? Siyasetin Mezarlığında Güç, Kimlik ve Toplumsal Düzen

Bir siyaset bilimci için ölüm bile toplumsal bir olgudur. Her defin töreni, her mezar taşı, her sessiz dua, iktidarın ve düzenin derin izlerini taşır. “Vefat eden kişi nereye gömülür?” sorusu, yüzeyde bir dini veya idari prosedür gibi görünse de aslında toplumun güç ilişkilerini, kurumsal yapısını ve ideolojik sınırlarını açığa çıkaran politik bir aynadır.

Bir toplumun ölülerini nasıl gömdüğü, o toplumun iktidarla, kimlikle ve vatandaşlıkla kurduğu ilişkiyi de gösterir. Çünkü mezarlık, sadece ölülerin değil, yaşayanların da ideolojik haritasıdır.

İktidar ve Ölüm: Kimin Mezarı Nerede?

Devlet, ölüm anında bile vatandaşını düzen içinde tutmak ister. Kimin nereye gömüleceği; dinî, etnik, sınıfsal ya da politik kimliklerle belirlenir. Ölüm sonrası mekânın dağılımı, iktidarın mekânsal düzeninin bir devamıdır.

Kamu mezarlıkları bürokratik düzenin ürünüdür. Ölüm burada bile form doldurmayı, kimlik tespitini, sistemsel onayı gerektirir. Devletin ölüm üzerindeki otoritesi, bedenin toprakla buluşmasını bile yönetir.

Bazı bedenler “resmî” alanlarda gömülür, bazıları “özel” ya da “gayriresmî” alanlara yönlendirilir. Bu ayrım, yaşamda sahip olunan statünün ölümde de sürdüğünü gösterir. Ölüm bile eşitlik getirmez.

Peki, eşit yurttaşlık söylemi, mezarlık düzeninde de geçerli midir? Yoksa devlet, ölü bedenler üzerinde bile bir hiyerarşi mi kurar?

Kurumların Sessiz İktidarı: Diyanet, Belediyeler ve Bürokratik Ruhlar

Ölüm süreci, bireyden kuruma geçişin en belirgin örneğidir. Diyanet İşleri Başkanlığı cenaze ritüellerinin biçimini belirler; belediyeler defin işlemini organize eder; sağlık kurumları ölüm raporlarını düzenler. Bu kurumlar zinciri, modern devletin ölüm üzerindeki tam denetimini temsil eder.

Bu düzen, Michel Foucault’nun “biyopolitika” kavramını hatırlatır: iktidar, sadece yaşamı değil, ölümü de düzenler. Mezarlıkların planlanması, defin izinleri, dinî uygulamaların çerçevesi… Hepsi, görünmez bir politik yapının parçasıdır.

Ölümün bürokratikleşmesi, modernliğin en çarpıcı göstergesidir. İnsan bedeni, yaşam boyunca sistemin bir parçasıdır; öldüğünde ise o sistemin en sessiz belgesi haline gelir.

İdeoloji ve Ölüm: Kimin Mezarı Görünür, Kimin Mezarı Kayıp?

Mezarlıklar, ideolojilerin hafıza mekânlarıdır. Anıt mezarlar, devlet törenleri, özel kabirler… Bunlar sadece anma biçimleri değil, politik sembollerdir.

Bir liderin mezarı, halkın üzerinde ideolojik bir gölge yaratır. Bir muhalifin mezarı ise bazen yeraltında bile yer bulamaz.

Toplumsal hafıza, kimin ölüme layık görüldüğünü, kimin unutulmaya terk edildiğini belirler. Bu, hegemonyanın sessiz biçimidir: “ölülerin bile eşit olmadığı” bir düzen.

İktidar, ölüleri de yönetir.

Kimin hatırlanacağına, kimin unutulacağına karar verir.

Bu durumda şu soru kaçınılmaz hale gelir:

Bir toplum, ölülerine nasıl davranıyorsa, yaşayanlarına da öyle davranmaz mı?

Erkeklerin ve Kadınların Ölüm Algısı: Güç mü, Katılım mı?

Erkek egemen siyasal kültürde ölüm, genellikle “kahramanlık” ya da “fedakârlık” metaforlarıyla anlam kazanır. Erkek ölümleri anıtlaşır, devlet töreniyle onurlandırılır, “şehitlik” kavramı etrafında yüceltilir.

Kadın bakış açısı ise farklıdır: ölümdeki anlamı “dayanışma” ve “hatırlama” üzerinden kurar.

Kadınlar, mezarlıkta ağlayan, dua eden, hikâyeyi sürdüren kişilerdir. Kadınlar ölümü değil, yaşamın devamını temsil eder.

Onlar için mezar, güç gösterisi değil; toplumsal bağın, duygusal belleğin mekânıdır.

Bu fark, siyaset biliminin temel tartışmalarından biri olan “iktidarın doğası”nı yeniden düşündürür:

Güç, yönetmek midir; yoksa hatırlamak mı?

Vatandaşlık, Hafıza ve Toplumsal Eşitlik

Vefat eden kişinin nereye gömüleceği, aslında vatandaşlığın sınırlarını da çizer. Devlet, mezar yerini onayladığında bir anlamda “ölü vatandaşlık belgesi” verir.

Ancak bazı ölüler bu belgeyi alamaz. Göçmenler, kimliği belirsizler, politik muhalifler, savaş mağdurları…

Onlar, toprağın bile politik olduğunu kanıtlar.

Mezar yeri, bir vatandaşlık göstergesidir:

Kim “bizden” sayılır, kim “öteki”dir?

Kim anılır, kim silinir?

Bu noktada sorulması gereken provokatif soru şudur:

Toprak herkese aitse, neden mezarlıklar sınırlıdır?

Sonuç: Ölümün Siyaseti

“Vefat eden kişi nereye gömülür?” sorusu, sadece bir yönlendirme değil; siyasal bir göstergedir.

Her mezar, bir düzenin izidir; her defin, bir ideolojinin sessiz devamıdır.

Devlet, kurumlar, vatandaşlık ve cinsiyet rolleri — hepsi, ölümle bile bitmeyen bir güç oyununun aktörleridir.

Toplumlar, ölülerini nasıl gömdükleriyle hatırlanır.

Ama asıl soru şudur: Biz ölülerimizi gömüyor muyuz, yoksa onları ideolojilerimizin temeline mi yerleştiriyoruz?

Etiketler:

#SiyasetBilimi #İktidar #ToplumsalDüzen #Hegemonya #Vatandaşlık #ToplumsalCinsiyet #ÖlümVeSiyaset #MezarlıkPolitikası

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hipercasino mecidiyeköy escort
Sitemap
prop money